16 Ağustos 2011 Salı
Hayaller, Umutlar, Mutluluklar...
Laf olsun diye blog açanlardan ziyade içini dökmek ve belkide biraz da günlük niyetine kullanmak istiyorum bu sayfayı. İlk değinmek istediğim konu hayaller. Çocukluktan beri istediğim kafamda her gün saatlerce yer eden ve her aklıma geldiğinde nefesimi kesen bir hayalim var. Oyunculuk.. Çok sırada belki, herkesin hayali. Her önüne gelen oyunculuk için yanıp tutuşuyor. Mesleki anlamda harikalar yaratmıyorlar belki ama çoğu oyunculuğu para için sevilmek beğenilmek takdir edilmek hatta belkide egolarını tatmin etmek için isiyorlar. Peki ben ne için istiyorum? Ben başka biri olmak onun dertleriyle ağlayıp onun mutluluğuyla sevinmek istiyorum. Farklı anlamlar yüklemek istiyorum hayatıma. Belki biraz da kendimi ispat etmek istiyorum. O sahne, sana çevrilmiş ışıklar...hayatımda 1 kez ciddi ciddi oynadım önceki deneyimleri saymazsak. Büyük bir roldü, uzun bir senaryoydu. Bir Fransız sosyetesiydik, ihtişamlı dekor ve muhteşem yazılmış bir oyun...Oyun yurt dışında da bilinen hatta İstanbul Devlet Tiyatroları'nda Nevra Serezli ' nin oynadığı bir oyundu. Dramaturji olarak harika kurgulanmıştı ve itiraf edebilirim ki Aşk-ı Memnu dan daha çok entrika ve aşk içeriyordu. Tam da kilit noktasında olan olaylar onun üzerinde dönen bir kızı oynadım. Adı Jaqueline..Yğksek topuklular şuh bir kostüm.. Bana hiç de benzemeyen sıradalığın içinde olmayan bir kızdı. Çok aşıktı. Rol arkadaşım aslında senelrdir tanıdığım bir çocuktu, çok yakındık. Asla duygusal bir bağ kuramayacağım dost dediğim insana aşk dolu bakıyordum, aşkım için yalanlar söylüyor ve yalanlarımla da rezil oluyordum.. Nasıl yaptım ne büyük cesaret! Tıklım tıklım dolu bir sahne..kimseyi tanıımıyorsun. Yüzlerce kişi sana bakıyor ve sen tek bir hatayla rezil olmaya hazırsın! Aşık olduğum çocuk haricinde birde baba karakter,ni oynayan o adı lazım değil vardı ki sormayın... Çocuk oyunun başlamasına 10 dakika kala senin sahnelerinde heyecanlanıyorum dedi ve beni sevmiş olması umrumda bile olmadan karşılıklı sahnemizde beni rezil edeceğini düşündüm. Etti de. Sahneye çıkar çıkmaz unuttu duraksadı. İnanılmaz bir çaba gösterip oyunu baştan yazarcasına doğaçlama yaptım! Kimdim ki ben? Daha ilk defa böyle ciddi bir oyunun içindesin ve kendi çapında doğaçlama yapıyorsun? Adeta sırattan geçercesine bir 5 dakika oynadım. Seyirci oyunu, senaryoyu, akışı bilmiyordu elbette ve bu benim için büyük avantajdı. Kulise döndüğümde tebrik etmeye başladılar... Hocalarım özellikle, en iyisini yaptığımı düşünmeye başlamışken birden benim gibi büyük bir roolde oynayan kız arkadaşıma yağan övgüleri duydum... Popüler sayılabilecek bir kızdı ve aslında üstün bir performans sergilemiş olmamasına rağmen kutluyorlardı kızı. Sonradan aslında herşeyin bir oyun olduğunu öğrendim. Onu da beni kutladıkları kadar kutlamış ve alkışlamışlardı. O yokken diğer bütün öğretmenlerim beni özel olarak tebrik ettiler. Sahnede oynayan herkesten daha iyi olduğumu ve ayrı bir sahhne ışığım olduğunu söylediler bana. Hayır böyle bir yorum asla beklemiyordum. Aksine kötü olduğumu bile düşünmeye başlamıştım.! Yani ben böyle şeyler yaşamışken asla bu meslekten vazgeçemem. Final sahnesinde çok eğlenmiştim, e komedi oynuyorsun kolay değil. Seyirciyi güldüreceksin ama kendin gülmeyeceksin.! Olabilir mi öyle birşey? Oyunculuk yalnız para kazanmak ve mesleki anlamda ahkam kesmek değildir, oyunculuk başlı başına bir bağlılık ve yeri geldiğinde de aşktır benim için. Ya hep ya hiç diyorum...Ya ben İstanbulu alırım, ya da İstanbul beni.
9 Ağustos 2011 Salı
Kin Nefret..
Evet evet. Fazla nefret doluyum...Değmeyecek insanları fazla kafama takıyorum, saf salak konumunda intikam senaryoları üreten bir küçük ceren-cik. Allah kahretsin beni ki o aptalların 1 senemi mahvetmesine izin verdim. Ben mi sebep oldum? bu nefreti içimde ben büyüttüm de mi o kadar çektirdiler bilmiyorum. Tam unuttum! bir daha yüzlerini bile görmeyeceğim diye sevindiğim bir anda o hiç unutmadığım sesleri yankılandı. Anında tanıdım-tanımaz olaydım. Aylardır görmemiştim, unutmuştum. Hele o... Adını duyduğum an kanın o beyne sıçrama olayını hissediyorum. Allah hissettirmesin...Benden kindar olmuyor ama, olsa olsa kinder olur en çikolatalısından! Salağım çünkü kabul ediyorum, iyi niyetin daniskası var bende. Varsa yoksa kendi kendime sinir oluyorum...Ama sadece oluyorum işte. Başka birine zarar veremiyorum. En son nefreti çok çok sevdiğim dostumdan kazık yediğimde hissetmiştim. Sevdiği (?) çocuk uğrana kavga etmiştik hemde. Küfrü basıp silmiştim kızı. Ne de çabuk silmişim öyle. Sinirlenince ne fenaymışım ben? Çok değil ama1 ay içinde mesaj atmaya başladı kızcağız...Haksızlığını kabul edip özür dileyecekmişş miş mişş. Şu intikam olayına geri dönersek...İntikamın ilk adıma beddua olsa gerek. Öyle içten öyle hissederek ediyorum. Tutar mı? tutsa benim haberim olur mu? Ama intikamın alasını İstanbul alacak onlardan. Şimdi tarif bile edemeyeceğim bir durum. Şaşırtacağım...Herşeyi, herkesi. İnanmak istemeyenlere tokat gibi cevap olacak. Muhafazakar aileden batının göbeğine... Yine aynı sıradan ceren! Nefretinden yola çıkıp oyunculuğuna geldi işte.. Evet sinirlendim. Selvi Boylum Al Yazmalım gibi bir filmin dizi olup Türkan Şoray'ı Özge Özpirinçci'nin oynuyor olması sinirimi bozdu. Kim o pardon ama? Ne tecrübesi ne oyunculuğunu gördünüz ki. Kıskandım kabul ediyorum. Bu gün filmi üst üste izledim. Sahne, kamera, ışık, kurgu, senaryo,oyunculuk...Filmi izlemekten çok bunlara dikkat ediyor olmam sinir bozucu farkındayım ama elimde değil. O bakış olmuş mu orda hiç? Bu ne biçim yönetmen bu açıyla çekilir mi? Ne haddimeyse bunları eleştirmek...Bende bilmiyorum. Galiba hiçbir zaman da bilmeyeceğim..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)